Ana içeriğe atla

Kaşgarlı Mahmut Kimdir?


Bulunuşuyla birlikte Türk dili tarihinin yeniden yazılmasını sağlayan ve Türkçenin karanlıktaki pek çok konusunu aydınlatan Divan-ı Lugati’t-Türk’ü bizlere kazandıran, Türklük biliminin (Türkoloji) kurucusu, Türk sözlükçülüğünün atası Kaşgarlı Mahmut’un hayatı hakkında ne yazık ki ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Tarihsel kaynaklarda hakkında bilgiye rastlanmayan, eserinde de kendisi hakkında pek fazla bilgi vermeyen Kâşgarlı Mahmut’un soylu bir aileden geldiği ve çok iyi yetiştirilmiş bir şehzade olduğu Dîvân-ıLugâti’t-Türk’te âdeta bilgi kırıntısı niteliğindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Türklerin en güzel konuşanı, en açık anlatanı, en iyi eğitim göreni, soyca en köklüsü, en başarılı kargı atanı olmakla övünen Kâşgarlı Mahmut, Türk topluluklarının yaşadığı bütün şehirleri ve bölgeleri dolaştığını yazmaktadır.
Eserine alacağı söz varlığı konusunda tuttuğu yolu açıklarken verdiği bilgilerden Kâşgarlı Mahmut’un Türkçenin söz varlığı üzerine çok ayrıntılı bilgiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Döneminin Türk yazı dillerini çok iyi bilmesi, Türk topluluklarından derlediği sözlerin anlamlarına, türlerine, çeşitli özelliklerine vâkıf olmasının yanı sıra Türk dilinin eski söz varlığından da haberdar olması, Kaşgarlı Mahmut’un çok iyi bir dil öğrenimi gördüğünü ve kendisini yetiştirdiğini ortaya koymaktadır[1].
KâşgarlıMahmud adıyla tanınsa da eserinde babasının Barsganlı olduğu bilgisini vermesinden yola çıkılarak kendisinin de doğum yerinin Barsgan olduğu düşünülmektedir. Eserinin hiçbir yerinde kendisini Kâşgarî, el-Kâşgarî (Kâşgarlı) gibi sanlarla anmayan Kaşgarlı Mahmut’un buna karşın sürekli Kâşgar’ı havasıyla, suyuyla, doğasıyla övmesi; hakanın yaşadığı şehir olarak nitelemesi, Kâşgar çevresindeki Adıg, Kası, Opal gibi yerleşim birimlerini kendi ili diye anması, o dönemde bir kültür merkezi olan Kâşgar’da yetişmiş olması bu büyük dil bilgininin Kâşgarlı adıyla anılmasını sağlamıştır.
Babasının yurdu Barsgan’ın adını açıklarken bu adın Afrasiyab’ın oğlunun adından geldiğini, kurduğu şehre kendi adını verdiğini yazan Kâşgarlı Mahmut, babasının da memleketinin Barsgan olduğunu belirtmektedir. Barsgan’ın tarihiyle ilgili farklı bir bilgiyi de değerlendiren Kâşgarlı Mahmut, bu adın Uygur kağanının Barsgan adındaki seyisinden geldiğini yazmaktadır.
Rivayete göre seyis, havasını beğendiği bu bölgede atlarını yetiştirirmiş. Zamanla burası bir yerleşim birimine dönüşünce de kendi adıyla anılır olmuştur.
Bir başka rivayete göre ise Kâşgarlı Mahmut, Kâşgar şehrinin güneybatısındaki Opal köyünde dünyaya gelmiştir. Gerçekten de Dîvân-ıLugâti’t-Türk’teki bir kayıttan Kâşgarlı Mahmut’un Opalsözünü, kendi ilinden bir köy olarak tanımladığını görüyoruz.
Eser üzerinde çalışanlarca Abul olarak okunan adın Opal olduğu daha sonra ortaya çıkarılmıştır. Opal köyünü “Bizim ilde bir köy adı” sözleriyle anarak Kâşgar’a olan mensubiyetini ifade eden Kâşgarlı Mahmut, buna karşın Opal’ı doğduğu yer olarak belirtmemiştir.
Ancak, Dîvân-ıLugâti’t-Türk’te “Bizim ilde bir köy adı”, “bizim ilde bir yer adı” diye tanımladığı Adıg ve Kası’nın Opal yakınlarındaki yerleşim birimlerinden olması, Kâşgarlı Mahmut’un bu bölgeyle olan ilgisini açık bir biçimde ortaya koymaktadır,
farklı görüşler bulunmakla birlikte 1008’de doğduğu kabul edilmektedir[2].
Kâşgarlı Mahmut, ilköğrenimini gördüğü ve gençlik yıllarını geçirdiği Opal’daHamidiyye ve Saciyye medreselerinde tanınmış hocalardan ders almıştır. Hocalarından biri, DîvânıLugâti’t-Türk’te de adını andığı Şeyh İmam ez-Zahid Hüseyin bin Halef el-Kâşgari’dir. 
Eserinin ilk sayfalarında kendisinden söz ederken babasının adının Hüseyin, dedesinin adının ise Muhammet olduğunu belirten Kâşgarlı Mahmut, daha sonra Uygur adının açıklamasını yaparken sözü Uygurların atalarına getirir. Atalarına Hamîr dendiğini ve bu sözcüğün kökeninin amîr ‘emir’ sözüne dayandığını, Oğuzların amîr diyemediği için ön seste /h/ türemesi sonucunda yaşanan bir ses değişikliği ile ailesinin Hamîr adıyla tanındığını ifade eder.
Bu bilgilerden sonra Kâşgarlı Mahmut, atasının Türk illerini Sâmanoğullarından aldığını ve adına HamîrTegin dendiğini belirtir. Yazma nüshada bu adın yazımı, değişik okunuş biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. El-Amîr BahrTekin, Beherkin, Bahir Tekin,HamîrTekin gibi farklı okuma önerileri bulunan bu adın aslında NasrTigin okunması gerektiği, bu kişinin Nasrİlig Han adıyla da tanınan Maveraünnehir ve Buhara fatihi Arslan İligNasr bin Ali olduğu kabul edilmektedir.
 Daha sonra yapılan araştırmalar Kâşgarlı Mahmut’un soy kütüğü ile ilgili farklı bilgileri ve ailesinin yaşadığı feci bir olayı ortaya çıkarmıştır. Bu olaylar, Dîvân-ı Lugâti’t-Türk gibi kapsamlı bir eserin nasıl hazırlandığı konusunda karanlıkta kalan noktalar üzerine çeşitli yorumlar yapılmasına yol açmıştır. On birinci yüzyıl koşullarında KâşgarlıMahmud’u bütün Türk dünyasını dolaşarak Türk soylu halkların dili, edebiyatı ve kültürü üzerine yıllarca sürecek bir araştırma yapmaya yönelten gelişmeler, soy kütüğü üzerine yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır[3]
D. KAŞGARLI MAHMUT’UN SOYKÜTÜĞÜ
Soylu bir Türk ailesinden geldiğini belirten Kâşgarlı Mahmut’un verdiği bu bilginin doğru olduğu ve Kâşgarlı Mahmut’un Doğu Karahanlı hanedanı soyundan geldiği bilinmektedir. Kâşgarlı Mahmut’un soy kütüğü, İslam dinini seçen ilk Türk kağanı Abdülkerim Satuk Buğra Han’a çıkmaktadır. 932 ‘de Müslüman olan Karahanlı kağanı Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın oğlu Süleyman Han’dır. Onun oğlu Buhara fatihi Ebü’l-Hasan Harun Kılıç Buğra Han’dır. Kılıç Buğra Han adıyla da tanınan ve Sâmanoğullarının merkezi Buhara’yı 992 yılında ele geçiren Ebü’l-Hasan Harun Kılıç Buğra Han bin Süleyman, KâşgarlıMahmud’un dedesinin dedesidir. Kılıç Buğra Han’ın oğlu Hotan fatihi olan Yusuf Kadır Han bin Hasan Harun’dur. Onun oğlu ise Taraz ve İsbicap hâkimi Muhammed Buğra Han bin Yusuf’tur. Onun oğlu olan Şemsüddevle Arslan İlig unvanlı Barsgan emiri Hüseyin bin Muhammed Çağrı Tigin de Kâşgarlı Mahmut’un babasıdır.
Annesinin Karahanlı ülkesinin tanınmış uleması Hoca Seyfeddin Büzürgvar’ın kızı Bubi Rabia olduğuna dair bilgiler bulunmaktadır[4]. Kâşgarlı Mahmut’un dedesi Karahanlı hükümdarı Muhammed Buğra Han bin Yusuf, 1047 – 1048 yılları arasında on beş ay hüküm sürdükten sonra tahtını büyük oğlu Hüseyin’e bırakma kararı almıştır. Ancak Muhammed Buğra Han’ın ikinci bir eşi ve bu eşinden olmaİbrahim bin Muhammed adında bir oğlu daha vardır. Tahtın Hüseyin bin Muhammed Çağrı Tigin’e, yani Kâşgarlı Mahmut’un babasına bırakılmasını bir türlü kabullenemeyen ikinci eşi, tahta çıkış töreninin yapılacağı gün kanlı bir darbe planlar. Muhtemelen, tören yemeğine zehir karıştırtarak hanedanın birçok mensubunun yanı sıra kocası Muhammed Buğra Han’ı zehirler, kayınbiraderi Süleyman’ı boğdurtur. Bununla da yetinmeyip kocasının ve kayınbiraderinin maiyetindeki pek çok kişiyi öldürtür ve bu kanlı darbenin ardından oğlu İbrahim’i tahta çıkarır.
Babası hükümdarlığa, kendisi de şehzadeliğe hazırlanırken tahta çıkış töreninin bir kırıma dönüşmesi sonucunda Kâşgarlı Mahmut, ailesinin neredeyse tamamını kaybeder. Ancak bu kanlı darbeden kendisi sağ olarak kurtulur. Yaşadığı faciadan sonra yalnız kalan Kâşgarlı Mahmut’un bundan sonra yaşadıkları bilinmezlerin karanlığında kalmaktadır.
Türk topluluklarının dil özelliklerini bol örnekle ayrıntılı bir biçimde ortaya koyan bir eserin hazırlanması, geniş bir malzeme toplanmasını gerektirmektedir. O günün koşullarında böyle bir çalışmanın gerçekleştirilebilmesi için yıllarca sürecek bir araştırma yapılması gereği göz önüne alındığında, Kâşgarlı Mahmut’un yaşadığı olayların ardından ülkesini terk ederek komşu Türk toplulukları arasında dolaştığı, böylece Türk lehçelerini ve ağızlarını yakından tanıdığı ve eseri için malzeme topladığı düşüncesi doğruluk kazanmaktadır. Yalnızca dil bilgisi özellikleriyle ilgili olarak değil,
Türk dünyası hakkında verdiği bilgilerden bölgenin coğrafyasını da yakından tanıdığı anlaşılmaktadır. Karşı görüşler olsa da bütün bunlar, Kâşgarlı Mahmut’un ülkesini terk ederek Türk dünyasını dolaştığı, Türk topluluklarının dili, edebiyatı, kültürü üzerine malzeme topladığı, böylece Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ü yazdığı düşüncesiyle örtüşmektedir.
Kanlı bir darbeyle yönetime gelen üvey kardeş İbrahim’in saltanat dönemi bir yıl kadar sürmüştür. Kendisini tanımayan Barsgan Emiri YınalTigin’e karşı annesinin de kışkırtmasıyla savaş açan İbrahim, savaşı kaybettiği gibi canını da verir.
Ailesini katledenlerin yok olmasından sonra taht mücadelesine girişmeyen, hatta o günlerde ülkesine de dönmeyen Kâşgarlı Mahmut’un kendisini Türk dili üzerine araştırmalara adadığı düşünülmektedir.
Kâşgarlı Mahmut’un atalarına Amîr ‘Emir’ dendiğini belirtmesi, soylu bir aileden geldiğini, Karahanlı hanedanına mensup olduğunu göstermektedir. Karahanlı soyundan gelişinin bir başka kanıtı da DîvânıLugâti’t-Türk’te Terken Hatun’a yazıldığı belirtilen övgü şiiridir.

Terken Katun kutıŋategür mendin koşug
Aygılsiziŋtapugçıötnüryaŋıtapug
Terken Hatun katına sun benden bir şiir
De ‘Hizmetkârınız umar yeni hizmetler’

Tutçıyagarbulıtıaltuntamararıg
Aksa anıng akını kandı meningkanıg
Bulutu hep (ihsan) yağdırır saf altın damlar
Urmışajunbusugın kılmış anı balıg
Em sem angartilenip sizde bulur yakıg
 
Bağdat’tan Opal köyüne Kâşgarlı Mahmut’un babasını ve ailesini kaybetmesinden sonraki hayatı ile ilgili olarak birtakım söylencelerin oluştuğu görülür. 1057’de yaşanan kanlı darbeden sonra kırk dokuz yaşında Pamir Dağları’ndaki sarp Muk Geçidi’ni aşıp ülkesinin sınırları dışına çıkan Kâşgarlı Mahmut, Türkistan bölgesini adım adım dolaşarak Türk toplulukları arasında yaşamaya başlamıştır.
Karşılaştığı her Türk topluluğunun konuşması ilgisini çekmiş, duyduğu sözcükleri kaydetmiş, sözlü edebiyat ürünlerini derlemiştir. İran ve Irak’a gittiği, Arapça, Farsça ve Rumca öğrendiği, medreselerde hocalık yaptığı ileri sürülmektedir. Türk topluluklarının dili, edebiyatı, yaşayışı ve âdetleri üzerine yirmi yıla yakın malzeme topladıktan sonra 1072 yılında Bağdat’a gelmiş, daha önce yazmaya başladığı eserini burada tamamlamıştır.
Halife MuktedîBiemrillah’a armağan ettiği eserini Halife’nin kendisine sunduğunu belirten Kâşgarlı Mahmut, Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ün daha ilk dizelerinde bu durumu şu sözlerle anlatır.
Bana sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir kaynak sağlaması dileğiyle bu kitabı yazdım ve Tanrı’ya sığınarak adını Dîvân-ıLugâti’t-Türk koydum. Kutsal Peygamber’in postunda oturan, Haşimî soyundan ve Abbasoğullarından gelen, Tanrı’nın halifesi Ebü’l-Kasım Abdullah ibnMuhammedü’l-MuktediBiemrillah katına armağan ettim. 
Bu ifadeyi farklı yorumlayanlar, Kâşgarlı Mahmut eserini Halife’nin oğluna sunduğu görüşünü ileri sürmektedirler. Ancak anılan künyenin ve adın Halife MuktediBiemrillah’a ait olduğu ortaya konulmuştur. Öte yandan on dokuz yaşında halife ilan edilen MuktediBiemrillah’ın halifeliğinin ikinci yılında, yani yirmi bir yaşındayken kitap sunulacak yaşta çocuk sahibi olamayacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla birlikte her iki görüş de Kâşgarlı Mahmut’un Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ü yazarken veya yazdıktan sonra Bağdat’a geldiği ve eserini burada Halife’nin katına sunduğu bilgisini doğrulamaktadır.
Kâşgarlı Mahmut’un Dîvân-ıLugâti’t-Türk dışında bir de Türk dil bilgisi kitabı yazdığını bilmekteyiz. Bazı konuları, dil bilgisi kitabı “Kitab-ı Cevahirü’n-Nahvi Lugati-t Türk”de, Divan-ı Lugati’t-Türk’te ayrıntılı bir biçimde anlattığını yazar. Türk dil bilgisi ile ilgili daha ayrıntılı bilgiler içerdiğini sandığımız bu kitap ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.
Bu iki eseri dışında bir başka eseri olup olmadığını da bilemediğimiz Kâşgarlı Mahmut’unDîvân-ıLugâti’t-Türk’ü Halife’ye sunmasından sonraki hayatıyla ilgili bilgiler de ne yazık ki birbiriyle çelişmektedir.
Bağdat’tan ülkesine dönüp dönmediği, döndüyse ne zaman döndüğü, daha sonra nerede yaşadığı konusunda tarihsel kaynaklarda bilgi bulunmamakla birlikte yöresel söylencelerden yararlanarak Kâşgarlı Mahmut’un 1080’de Bağdat’tan ülkesine döndüğü, Kâşgar yakınlarındaki Opal köyüne yerleştiği, burada kurduğu Mahmudiye Medresesi’nde on yıl müderrislik yaptıktan sonra 1090 yılında doksan yedi yaşındayken öldüğü ileri sürülmektedir.
Eserini yazıp Halife’ye sunduktan sonra Kâşgar’a dönen Kâşgarlı Mahmut’un Opal köyüne yerleşmesinin sebebi: Çocukluğunu ve gençlik yıllarını geçirdiği, ilköğrenimini gördüğü köyde son yıllarını yaşama ve burada toprağa verilme arzusuyla açıklanabilir.
Ömrünün son yıllarında kendisine yurt edineceği bu köyün adını eserine aldığına göre Opal köyünün Kâşgarlı Mahmut’un hayatında önemli bir yeri olmalıdır. Ancak ne yazık ki kaynaklarda başkaca bir bilgi bulunmadığından Kâşgarlı Mahmut ile Opal köyü arasındaki bağlantı yoruma açıktır.
Opal köyüne yerleşmesi ve buradaki son yılları ile ilgili bilgileri doğrulayan bir başka söylenceye göre Kâşgarlı Mahmut’un seksen dokuz yaşında Kâşgar’a geldikten sonra sekiz yıl medresede hocalık yaptığı, doksan yedi yaşında öldüğü ve Opal köyündeki medresesinin yakınındaki mezarlığa gömüldüğü anlatılmaktadır.
Hemen hemen aynı bilgileri tekrarlayan başka söylencelerde Kâşgarlı Mahmut’un 1105, hatta 1126 yılında öldüğü anlatılır.
Nitekim yakın zamanda Kâşgarlı Mahmut’un mezarı olduğuna inanılan ve üstüne bir türbe yapılarak onarılan mezarın üzerine MahmudKaşkarikabrisi ‘Kâşgarlı Mahmut Kabri’ yazılarak doğum yılının 1008 ölüm yılının ise 1105 olduğu belirtilmiştir.
Opal köyündeki mezarın Kâşgarlı Mahmut’a ait olduğu geç dönem kaynaklarında da dile getirilmektedir. Daha önceden Kâşgarlı Mahmut’un türbesinde bulunan ve 1791 yılında yazıldığı kaydedilen Tezkire-i Hazret-i Molla adındaki yazma eserden edinilen bilgiye göre Kâşgarlı Mahmut, Bağdat’tan ülkesine dönüşünden sonra sekiz yıl müderrislik yapmış, doksan yedi yaşındayken Hicri 477 (Miladi 1084/1085) yılında ölmüştür.
Yine Opal köyündeki türbeye vakfedilmiş olan yazma bir Mesnevî nüshasının son sayfalarında bulunan ve Kâşgarşeriye mahkemesi kadısı tarafından mühürlenen 14 Recep 1252 (21 Ekim 1836) tarihli vakıf senedinde, o bölgedeki halkın eskiden beri Hazret-i Mollam Şemseddin adıyla bir evliya olarak tanıdığı kişinin aslında Kâşgarlı Mahmut olduğu belirtilmektedir.
Yıllar öncesine uzanan bir inancın devamı olarak halkın kutsal bir ziyaret yeri kabul ettiği türbede yatan kişinin Kâşgarlı Mahmut olduğu neredeyse kesinlik kazanmıştır[5].
E.  KAŞGARLI MAHMUT’UN DÜŞÜNCE DÜNYASI NEYDİ?
Kaşgarlının ayrıca büyük bir Türkçü olduğu da anlaşılmaktadır. Kitabındaki şu övünç bunu göstermektedir: Tanrının devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve onların ülkeleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürdüğünü gördüm.
Tanrı onlara Türk adını verip yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi, onları herkese üstün eyledi, onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanları aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine ulaştırdı. Bu kimseleri kötülerin şerrinden korudu, derdini dinletebilmek, Türklerin gönlünü alabilmek için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takımından ayrılıp onlara sığınacak olursa o takımın korkusundan kurtulur, bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir[6].
Diğer bir yandan bu Türk bilgesi, kim olduğunu, niçin ve nasıl çalıştığını, kitabında şu dizelerle açıklamıştır: “ Kendim, Türklerin en fasıh konuşanlarından, en açık anlatanlarından, en doğru anlayanlarından,soyça ve sopça en ileri bulunanlarından, en iyi kargı kullanan savaşçılarından olarak Türklerin hemen bütün beldelerini, çöllerini boydan boya dolaştım. Türk’ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Çiğil’in, Yağma’nın, Kırgız’ın dillerini, kafiyelerini öğrenip faydalandım. O kadar ki her Türk taifesinin dilini en iyi şekilde öğrenmiş oldum. Bu kitabımı – böyle uzun çalışmadan sonra- en süslü bir düzenle en beliğ üsluba yazdım. Adımı dünyanın sonuna kadar yadettirmek ve sonsuz nimet kazanmak için Allah’tan yardım dileyerek yazdığım bu kitaba Divan-ıLügat-it-Türk adını koydum[7].” Bu dizelerden de Kaşgarlının filologluğu, etnologluğu, Türkçülüğü ve iyi bir asker olduğu anlaşılmaktadır.
F. DİVAN-İ LUGAT-Tİ TÜRK’ÜN ÖNEMİ NEDİR?
Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır.
Eser, ansiklopedik bir sözlük niteliğinde olup hakikisinin nerede olduğu bilinmeyip bugün elimizde bulunanın Şamlı Mehmet bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir örnek vardır.
Bu örnek, İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphanesi’ndedir. Ayrıca filolog, etnograf ve ilk harita bilimci olan Kaşgarlı Mahmut, bu eserde; yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları tespit etmiştir. Oğuz Türklerinin yirmi dört boyu ile ilgili şemaya da yer verdiği divanında Türk dilinin dil bilgisi eseri olmanın yanında, Türk yer adları, damgaları, toplulukları da kapsamlıca anlatılmıştır.
Eserde yer alan harita ise, Türk dünyası ile ilgili yayımlanan ilk haritadır. Eser sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir abidedir. Eserde yaklaşık sekiz bin sözcük vardır. Sözcüklerin iyi anlaşılması için atasözlerine, deyimlere, şiirlere de yer verilmiştir. Eser, başlı başına bir hazine olması ile Hakaniye
( Uygur) Türkçesiyle yazılmış olmasının yanı sıra içerisinde Arapça sözcük ve tamlamalara da yer verilmiştir.
Kaşgarlı Mahmut, ayrıca Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla “Kitab-ı Cevahirü’n-Nahvi Lugati-t Türk” adlı eseri de yazmış olup bu esere ait elimizde bir veri bulunmamaktadır[8]


G. DİVAN-İ LUGAT-Tİ TÜRK NASIL BULUNDU?
Bu eser 1910’a kadar ismi var, cismi yok bir eserdi. Kâtip Çelebi’nin Keşfüzzünün adlı bibliyografyasında adı geçen eser her nasılsa kaybolmuştur. Vanizade Nazif Paşa’nın yakınlarından bir hanım, 1910’da İstanbul’daki Sahaflar Çarşısı’nda dolaşırken bu dev eseri tozlu raflarda bulur, satın almak ister, elindeki eserin değerini ancak o zaman anlayan sahaf, eserin değerini yirmi beş altına yüksektir, hanım da bu kitabı alamaz. Ancak durumu da o zamanki Milli Eğitim Bakanlığına duyurur, ne olduğu anlaşılmayan eseri Milli Eğitim Bakanı ( Maarif Nezareti) almaya yanaşmaz, kitap kurdu Ali Emiri Efendi durumu öğrenince kitapçıyı getirtir, eseri inceledikten sonra gerekli parayı buluncaya dek adamı kütüphaneye kilitler.
Ali Emiri Efendi, eserin basımına ancak Sadrazam Talat Paşa aracılığıyla razı gelir, eldeki yazma Kaşgarlı Mahmut’un el yazısı olmamakla birlikte ondan yüz doksan iki yıl sonra Şamlı Mehmet adında bir hattat tarafından yazılmış yeryüzündeki tek örnek olup Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nde korunmaktadır[9]
                                                  KAYNAKÇA
DİLEKCAN, Fahri , v.d., Konu Anlatımlı Türk Edebiyatı, Ankara, 2009, 172-173.
YILDIZ, Sami , v.d., Konu Anlatımlı Edebiyat, İstanbul, 2006, s. 161-162.





















[1]Şükrü Haluk Akalın, “KâşgarlıMahmud ve Dîvân-ıLugâti't-Türk,” t.y.
 (Çevrimiçi) http://tdkterim.gov.tr, 10 Mart 2013.

[2] a. g.e.,-s.:1.
[3] a.g.e.,-s.:2.
[4]a.g.e.,- s:3.
[5]a.g..e.,- s.:3.
[6]Hüseyin Nihal Adsız, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 4.bs., 1997,s.175-176.
[7]Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1971, s. 250-251.

[8]Sami Yıldız, v.d.,Konu Anlatımlı Edebiyat, İstanbul, 2006, s. 161-162.

[9]Fahri Dilekcan, v.d.,Konu AnlatımlıTürk Edebiyatı, Ankara, 2009, 172-173.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dede Korkut

Dede Korkut’tan, Türk edebiyat tarihinin kurucu kuramcısı Ordinaryüs Prof. Köprülü’nün dediği gibi tüm Türk yazınını bir yana; Dede Korkut’u bir yana koysanız Dede Korkut daha ağır basar. Üzerine söz, söylenemeyecek bir söz… Salkım salkım tan yelleri estiğinde, Sakallı boz turgay kuşu öttüğünde, Bedevi atlar sahibini görüp kişnediğinde, Sakallı uzun yâd kişi bağırdığında, Ak karalı seçildiğinde, Kalabalık Oğuz’un kızı, gelini süslendiğinde, Göğsü güzel ulu dağlara gün değdiğinde, Bey yiğitler, kahramanlar birbirine karıştığında, … ( Özden, günümüz Türkçesine çeviridir, çeviriyazı [ transkiripsiyon ] değildir. ) Dede Korkut adı tarih serüveninde; 13. yy. Moğol tarihçi Reşidüd-din’in “ Camiü’t Tevarih”inde “ Korkut”,  15. yy. Çağatay Türkçesi dilbilimcisi A. Şir Nevai’nin “ Nesaimü’l Muhabbe”inde “ Korkut Ata”, 17. yy. Hive Hanı, tarihçi Bahadır Han’ın “Şecere-i Terakime”sinde ( Terekeme-Türkmen ) “Korkut, Korkut Ata”, 15. yy. Osmanlı tarihçisi Hasan El Bayati’nin

Çoyr Yazıtı ( İlk Türkçe Belge )

     Dikilme Tarihi ve Yeri: M. S. 7. yüzyıl, Orhon Yazıtları’ndan yaklaşık kırk yıl önce…Sansar Ula ( Baga Sansar Dağı Moğolistan )      Yazıtın Anlatıcıları ve Yazıcısı: Tun Bilge, Tun Yeğen Erkin, yazıtın yazıcısı: Toluk. Önemsenmesi gereken öge, “tun” unvanı, sanı, Köktürkler Dönemi’nde, ikinci derece kağan soyundan olanlarca kulanılmıştır, yani aşina soylu… Bilindiği gibi “gece” anlamına gelmektedir.      Yazıtın Özelliği: Orhon ABC’si ile yazılmış, yani yazı dili Türkçe olan ilk belgedir, yazıt balbal ( mezar taşı ) üzerine altı dize olarak yazılmış, pek anlam yaşımayan, ölmüş Tun Bilge ve Tun Yeğen Erkin adlı şadların Çin egemenliğinde olan Türk boylarının Çin’e baş kaldırıp II. Köktürk Kağanlığı’nı kuran İlteriş ( il tutan, devlet kuran ) Kutluk Kağan’a katılmalarını öneriyorlar. ( vasiyet ediyorlar ), balbalın bulunduğu yere ve zamana bakıldığında, bu kanı güçleniyor, yazıtta öne çıkan bir öge de birçok Köktürk yazıtında olduğu gibi bu yazıtta da aşina soyu, kağanlık,

Hun Dilinden Türkiye Türkçesine Durum-İlgi Ekleri

1.BÖLÜM HUN DİLİNDE DURUM VE İLGİ EKLERİ 1.1. DURUM ( HAL) EKLERİ   Çin yıllıklarında Türkler kendi adlarıyla ilk kez VI. yüzyıl ortalarında anılırlar, aynı yıllıklarda Türklerin Hunların ( Hsiungnu’ların) torunları oldukları belirtilir. Çinliler ile Hunların yakın bir hukuk içerisinde olduğundan, hiçbir olasılık güdülemeyeceği için Çin yıllıkları kaynak gösterilerek Hunların eskicil bir Türk dili ( ilk Türkçe) konuştukları ileri sürülebilir. Hunların konuştukları Türkçeden Çin yıllıkları referans alınarak bakıldığında, birçok sözcük ve tümcenin varlığı görülmektedir. Bunların en dikkat çekenleri: “ king-lak” Hunların tören kılıcı anlamına gelen sözcüktür. Bu sözcük, 11. yüzyıl eseri Divan-ı Lügat’ti Türk’te “kınrak” yani kasap bıçağı anlamına gelmekte olup Uygurcada da “kinrak” büyük bıçak, satır anlamı taşıyarak aynı zamanda Altaycada da “kınırak” iki yüzü keskin bıçak anlamını taşımaktadır.             Türkolog Friedrich Hirth’e göre Hunca “King-lak” sözcüğü M.Ö