Bulunuşuyla
birlikte Türk dili tarihinin yeniden yazılmasını sağlayan ve Türkçenin
karanlıktaki pek çok konusunu aydınlatan Divan-ı
Lugati’t-Türk’ü bizlere kazandıran, Türklük
biliminin (Türkoloji) kurucusu, Türk sözlükçülüğünün atası Kaşgarlı Mahmut’un
hayatı hakkında ne yazık ki ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Tarihsel kaynaklarda hakkında bilgiye rastlanmayan,
eserinde de kendisi hakkında pek fazla bilgi vermeyen Kâşgarlı Mahmut’un soylu
bir aileden geldiği ve çok iyi yetiştirilmiş bir şehzade olduğu Dîvân-ıLugâti’t-Türk’te
âdeta bilgi kırıntısı niteliğindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Türklerin en
güzel konuşanı, en açık anlatanı, en iyi eğitim göreni, soyca en köklüsü, en
başarılı kargı atanı olmakla övünen Kâşgarlı Mahmut, Türk topluluklarının
yaşadığı bütün şehirleri ve bölgeleri dolaştığını yazmaktadır.
Eserine alacağı söz varlığı
konusunda tuttuğu yolu açıklarken verdiği bilgilerden Kâşgarlı Mahmut’un
Türkçenin söz varlığı üzerine çok ayrıntılı bilgiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Döneminin Türk yazı dillerini çok iyi bilmesi, Türk
topluluklarından derlediği sözlerin anlamlarına, türlerine, çeşitli
özelliklerine vâkıf olmasının yanı sıra Türk dilinin eski söz varlığından da haberdar
olması, Kaşgarlı Mahmut’un çok iyi bir dil öğrenimi gördüğünü ve kendisini yetiştirdiğini
ortaya koymaktadır[1].
KâşgarlıMahmud adıyla tanınsa da
eserinde babasının Barsganlı olduğu bilgisini vermesinden yola çıkılarak
kendisinin de doğum yerinin Barsgan olduğu düşünülmektedir. Eserinin hiçbir
yerinde kendisini Kâşgarî, el-Kâşgarî (Kâşgarlı) gibi sanlarla anmayan
Kaşgarlı Mahmut’un buna karşın sürekli Kâşgar’ı havasıyla, suyuyla, doğasıyla
övmesi; hakanın yaşadığı şehir olarak nitelemesi, Kâşgar çevresindeki Adıg,
Kası, Opal gibi yerleşim
birimlerini kendi ili diye anması, o dönemde bir kültür merkezi olan Kâşgar’da
yetişmiş olması bu büyük dil bilgininin Kâşgarlı adıyla anılmasını sağlamıştır.
Babasının yurdu Barsgan’ın adını
açıklarken bu adın Afrasiyab’ın oğlunun adından geldiğini, kurduğu şehre kendi
adını verdiğini yazan Kâşgarlı Mahmut, babasının da memleketinin Barsgan
olduğunu belirtmektedir. Barsgan’ın tarihiyle ilgili farklı bir bilgiyi de
değerlendiren Kâşgarlı Mahmut, bu adın Uygur kağanının Barsgan adındaki seyisinden
geldiğini yazmaktadır.
Rivayete göre seyis, havasını
beğendiği bu bölgede atlarını yetiştirirmiş. Zamanla burası bir yerleşim
birimine dönüşünce de kendi adıyla anılır olmuştur.
Bir başka rivayete göre ise Kâşgarlı Mahmut, Kâşgar şehrinin güneybatısındaki Opal köyünde dünyaya gelmiştir. Gerçekten de Dîvân-ıLugâti’t-Türk’teki bir kayıttan Kâşgarlı Mahmut’un Opalsözünü, kendi ilinden bir köy olarak tanımladığını görüyoruz.
Bir başka rivayete göre ise Kâşgarlı Mahmut, Kâşgar şehrinin güneybatısındaki Opal köyünde dünyaya gelmiştir. Gerçekten de Dîvân-ıLugâti’t-Türk’teki bir kayıttan Kâşgarlı Mahmut’un Opalsözünü, kendi ilinden bir köy olarak tanımladığını görüyoruz.
Eser üzerinde çalışanlarca Abul olarak okunan adın Opal olduğu daha sonra ortaya
çıkarılmıştır. Opal köyünü “Bizim ilde bir köy adı” sözleriyle anarak Kâşgar’a
olan mensubiyetini ifade eden Kâşgarlı Mahmut, buna karşın Opal’ı doğduğu yer
olarak belirtmemiştir.
Ancak, Dîvân-ıLugâti’t-Türk’te
“Bizim ilde bir köy adı”, “bizim ilde bir yer adı” diye tanımladığı Adıg ve Kası’nın Opal yakınlarındaki yerleşim
birimlerinden olması, Kâşgarlı Mahmut’un bu bölgeyle olan ilgisini açık bir
biçimde ortaya koymaktadır,
farklı görüşler bulunmakla birlikte 1008’de doğduğu kabul edilmektedir[2].
farklı görüşler bulunmakla birlikte 1008’de doğduğu kabul edilmektedir[2].
Kâşgarlı Mahmut, ilköğrenimini
gördüğü ve gençlik yıllarını geçirdiği Opal’daHamidiyye ve Saciyye
medreselerinde tanınmış hocalardan ders almıştır. Hocalarından biri, DîvânıLugâti’t-Türk’te
de adını andığı Şeyh İmam
ez-Zahid Hüseyin bin Halef el-Kâşgari’dir.
Eserinin ilk sayfalarında
kendisinden söz ederken babasının adının Hüseyin, dedesinin adının ise Muhammet
olduğunu belirten Kâşgarlı Mahmut, daha sonra Uygur adının açıklamasını yaparken sözü Uygurların
atalarına getirir. Atalarına Hamîr dendiğini ve bu sözcüğün kökeninin amîr ‘emir’ sözüne dayandığını, Oğuzların amîr diyemediği için ön seste /h/ türemesi
sonucunda yaşanan bir ses değişikliği ile ailesinin Hamîr adıyla tanındığını ifade eder.
Bu bilgilerden sonra Kâşgarlı
Mahmut, atasının Türk illerini Sâmanoğullarından aldığını ve adına HamîrTegin dendiğini belirtir. Yazma nüshada bu
adın yazımı, değişik okunuş biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. El-Amîr
BahrTekin, Beherkin, Bahir
Tekin,HamîrTekin gibi farklı okuma önerileri bulunan bu
adın aslında NasrTigin okunması gerektiği, bu kişinin Nasrİlig
Han adıyla da tanınan
Maveraünnehir ve Buhara fatihi Arslan İligNasr bin Ali olduğu kabul edilmektedir.
Daha sonra yapılan araştırmalar Kâşgarlı Mahmut’un soy kütüğü ile ilgili farklı bilgileri ve ailesinin yaşadığı feci bir olayı ortaya çıkarmıştır. Bu olaylar, Dîvân-ı Lugâti’t-Türk gibi kapsamlı bir eserin nasıl hazırlandığı konusunda karanlıkta kalan noktalar üzerine çeşitli yorumlar yapılmasına yol açmıştır. On birinci yüzyıl koşullarında KâşgarlıMahmud’u bütün Türk dünyasını dolaşarak Türk soylu halkların dili, edebiyatı ve kültürü üzerine yıllarca sürecek bir araştırma yapmaya yönelten gelişmeler, soy kütüğü üzerine yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır[3]
Daha sonra yapılan araştırmalar Kâşgarlı Mahmut’un soy kütüğü ile ilgili farklı bilgileri ve ailesinin yaşadığı feci bir olayı ortaya çıkarmıştır. Bu olaylar, Dîvân-ı Lugâti’t-Türk gibi kapsamlı bir eserin nasıl hazırlandığı konusunda karanlıkta kalan noktalar üzerine çeşitli yorumlar yapılmasına yol açmıştır. On birinci yüzyıl koşullarında KâşgarlıMahmud’u bütün Türk dünyasını dolaşarak Türk soylu halkların dili, edebiyatı ve kültürü üzerine yıllarca sürecek bir araştırma yapmaya yönelten gelişmeler, soy kütüğü üzerine yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır[3]
D. KAŞGARLI MAHMUT’UN SOYKÜTÜĞÜ
Soylu bir Türk ailesinden geldiğini
belirten Kâşgarlı Mahmut’un verdiği bu bilginin doğru olduğu ve Kâşgarlı
Mahmut’un Doğu Karahanlı hanedanı soyundan geldiği bilinmektedir. Kâşgarlı
Mahmut’un soy kütüğü, İslam dinini seçen ilk Türk kağanı Abdülkerim
Satuk Buğra Han’a çıkmaktadır. 932 ‘de Müslüman olan Karahanlı kağanı Abdülkerim
Satuk Buğra Han’ın oğlu Süleyman Han’dır. Onun oğlu Buhara
fatihi Ebü’l-Hasan Harun Kılıç Buğra Han’dır. Kılıç Buğra Han adıyla
da tanınan ve Sâmanoğullarının merkezi Buhara’yı 992 yılında ele geçiren Ebü’l-Hasan
Harun Kılıç Buğra Han bin Süleyman, KâşgarlıMahmud’un dedesinin
dedesidir. Kılıç Buğra Han’ın oğlu Hotan fatihi
olan Yusuf Kadır Han bin Hasan Harun’dur. Onun oğlu ise Taraz ve
İsbicap hâkimi Muhammed Buğra Han bin Yusuf’tur.
Onun oğlu olan Şemsüddevle Arslan İlig unvanlı Barsgan
emiri Hüseyin bin Muhammed Çağrı Tigin de Kâşgarlı Mahmut’un
babasıdır.
Annesinin Karahanlı ülkesinin
tanınmış uleması Hoca Seyfeddin Büzürgvar’ın kızı Bubi
Rabia olduğuna dair
bilgiler bulunmaktadır[4]. Kâşgarlı
Mahmut’un dedesi Karahanlı hükümdarı Muhammed Buğra Han bin Yusuf, 1047 –
1048 yılları arasında on beş ay hüküm sürdükten sonra tahtını büyük oğlu Hüseyin’e
bırakma kararı almıştır. Ancak Muhammed Buğra Han’ın ikinci bir eşi
ve bu eşinden olmaİbrahim bin Muhammed adında bir oğlu daha vardır. Tahtın Hüseyin
bin Muhammed Çağrı Tigin’e, yani Kâşgarlı Mahmut’un babasına
bırakılmasını bir türlü kabullenemeyen ikinci eşi, tahta çıkış töreninin
yapılacağı gün kanlı bir darbe planlar. Muhtemelen, tören yemeğine zehir
karıştırtarak hanedanın birçok mensubunun yanı sıra kocası Muhammed
Buğra Han’ı zehirler, kayınbiraderi Süleyman’ı boğdurtur. Bununla da
yetinmeyip kocasının ve kayınbiraderinin maiyetindeki pek çok kişiyi öldürtür
ve bu kanlı darbenin ardından oğlu İbrahim’i tahta çıkarır.
Babası hükümdarlığa, kendisi de
şehzadeliğe hazırlanırken tahta çıkış töreninin bir kırıma dönüşmesi sonucunda
Kâşgarlı Mahmut, ailesinin neredeyse tamamını kaybeder. Ancak bu kanlı darbeden
kendisi sağ olarak kurtulur. Yaşadığı faciadan sonra yalnız kalan Kâşgarlı
Mahmut’un bundan sonra yaşadıkları bilinmezlerin karanlığında kalmaktadır.
Türk topluluklarının dil
özelliklerini bol örnekle ayrıntılı bir biçimde ortaya koyan bir eserin
hazırlanması, geniş bir malzeme toplanmasını gerektirmektedir. O günün
koşullarında böyle bir çalışmanın gerçekleştirilebilmesi için yıllarca sürecek
bir araştırma yapılması gereği göz önüne alındığında, Kâşgarlı Mahmut’un
yaşadığı olayların ardından ülkesini terk ederek komşu Türk toplulukları
arasında dolaştığı, böylece Türk lehçelerini ve ağızlarını yakından tanıdığı ve
eseri için malzeme topladığı düşüncesi doğruluk kazanmaktadır. Yalnızca dil
bilgisi özellikleriyle ilgili olarak değil,
Türk dünyası hakkında verdiği bilgilerden bölgenin
coğrafyasını da yakından tanıdığı anlaşılmaktadır. Karşı görüşler olsa da bütün
bunlar, Kâşgarlı Mahmut’un ülkesini terk ederek Türk dünyasını dolaştığı, Türk
topluluklarının dili, edebiyatı, kültürü üzerine malzeme topladığı, böylece Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ü
yazdığı düşüncesiyle örtüşmektedir.
Kanlı bir darbeyle yönetime gelen
üvey kardeş İbrahim’in saltanat dönemi bir yıl
kadar sürmüştür. Kendisini tanımayan Barsgan Emiri YınalTigin’e
karşı annesinin de kışkırtmasıyla savaş açan İbrahim, savaşı kaybettiği gibi
canını da verir.
Ailesini katledenlerin yok olmasından sonra taht
mücadelesine girişmeyen, hatta o günlerde ülkesine de dönmeyen Kâşgarlı Mahmut’un
kendisini Türk dili üzerine araştırmalara adadığı düşünülmektedir.
Kâşgarlı Mahmut’un atalarına Amîr ‘Emir’ dendiğini belirtmesi, soylu bir
aileden geldiğini, Karahanlı hanedanına mensup olduğunu göstermektedir.
Karahanlı soyundan gelişinin bir başka kanıtı da DîvânıLugâti’t-Türk’te Terken
Hatun’a yazıldığı belirtilen övgü şiiridir.
Terken Katun kutıŋategür mendin koşug
Aygılsiziŋtapugçıötnüryaŋıtapug
Terken Hatun katına sun benden bir şiir
De ‘Hizmetkârınız umar yeni hizmetler’
Aygılsiziŋtapugçıötnüryaŋıtapug
Terken Hatun katına sun benden bir şiir
De ‘Hizmetkârınız umar yeni hizmetler’
Tutçıyagarbulıtıaltuntamararıg
Aksa anıng akını kandı meningkanıg
Bulutu hep (ihsan) yağdırır saf altın damlar
Urmışajunbusugın kılmış anı balıg
Em sem angartilenip sizde bulur yakıg
Aksa anıng akını kandı meningkanıg
Bulutu hep (ihsan) yağdırır saf altın damlar
Urmışajunbusugın kılmış anı balıg
Em sem angartilenip sizde bulur yakıg
Bağdat’tan
Opal köyüne Kâşgarlı Mahmut’un babasını ve
ailesini kaybetmesinden sonraki hayatı ile ilgili olarak birtakım söylencelerin
oluştuğu görülür. 1057’de yaşanan kanlı darbeden sonra kırk dokuz yaşında Pamir
Dağları’ndaki sarp Muk Geçidi’ni aşıp ülkesinin sınırları dışına çıkan Kâşgarlı
Mahmut, Türkistan bölgesini adım adım dolaşarak Türk toplulukları arasında
yaşamaya başlamıştır.
Karşılaştığı her Türk
topluluğunun konuşması ilgisini çekmiş, duyduğu sözcükleri kaydetmiş, sözlü
edebiyat ürünlerini derlemiştir. İran ve Irak’a gittiği, Arapça, Farsça ve
Rumca öğrendiği, medreselerde hocalık yaptığı ileri sürülmektedir. Türk
topluluklarının dili, edebiyatı, yaşayışı ve âdetleri üzerine yirmi yıla yakın
malzeme topladıktan sonra 1072 yılında Bağdat’a gelmiş, daha önce yazmaya başladığı
eserini burada tamamlamıştır.
Halife
MuktedîBiemrillah’a armağan ettiği eserini
Halife’nin kendisine sunduğunu belirten Kâşgarlı Mahmut, Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ün
daha ilk dizelerinde bu durumu şu sözlerle anlatır.
Bana
sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir kaynak sağlaması dileğiyle bu kitabı yazdım
ve Tanrı’ya sığınarak adını Dîvân-ıLugâti’t-Türk koydum. Kutsal Peygamber’in
postunda oturan, Haşimî soyundan ve Abbasoğullarından gelen, Tanrı’nın halifesi
Ebü’l-Kasım Abdullah ibnMuhammedü’l-MuktediBiemrillah katına armağan ettim.
Bu ifadeyi farklı yorumlayanlar, Kâşgarlı Mahmut eserini Halife’nin oğluna sunduğu görüşünü ileri sürmektedirler. Ancak anılan künyenin ve adın Halife MuktediBiemrillah’a ait olduğu ortaya konulmuştur. Öte yandan on dokuz yaşında halife ilan edilen MuktediBiemrillah’ın halifeliğinin ikinci yılında, yani yirmi bir yaşındayken kitap sunulacak yaşta çocuk sahibi olamayacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla birlikte her iki görüş de Kâşgarlı Mahmut’un Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ü yazarken veya yazdıktan sonra Bağdat’a geldiği ve eserini burada Halife’nin katına sunduğu bilgisini doğrulamaktadır.
Bu ifadeyi farklı yorumlayanlar, Kâşgarlı Mahmut eserini Halife’nin oğluna sunduğu görüşünü ileri sürmektedirler. Ancak anılan künyenin ve adın Halife MuktediBiemrillah’a ait olduğu ortaya konulmuştur. Öte yandan on dokuz yaşında halife ilan edilen MuktediBiemrillah’ın halifeliğinin ikinci yılında, yani yirmi bir yaşındayken kitap sunulacak yaşta çocuk sahibi olamayacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla birlikte her iki görüş de Kâşgarlı Mahmut’un Dîvân-ıLugâti’t-Türk’ü yazarken veya yazdıktan sonra Bağdat’a geldiği ve eserini burada Halife’nin katına sunduğu bilgisini doğrulamaktadır.
Kâşgarlı Mahmut’un Dîvân-ıLugâti’t-Türk dışında bir de Türk dil bilgisi kitabı
yazdığını bilmekteyiz. Bazı konuları, dil bilgisi kitabı “Kitab-ı
Cevahirü’n-Nahvi Lugati-t Türk”de, Divan-ı Lugati’t-Türk’te ayrıntılı
bir biçimde anlattığını yazar. Türk dil bilgisi ile ilgili daha ayrıntılı
bilgiler içerdiğini sandığımız bu kitap ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.
Bu iki eseri dışında bir başka
eseri olup olmadığını da bilemediğimiz Kâşgarlı Mahmut’unDîvân-ıLugâti’t-Türk’ü Halife’ye
sunmasından sonraki hayatıyla ilgili bilgiler de ne yazık ki birbiriyle
çelişmektedir.
Bağdat’tan ülkesine dönüp dönmediği,
döndüyse ne zaman döndüğü, daha sonra nerede yaşadığı konusunda tarihsel
kaynaklarda bilgi bulunmamakla birlikte yöresel söylencelerden yararlanarak
Kâşgarlı Mahmut’un 1080’de Bağdat’tan ülkesine döndüğü, Kâşgar yakınlarındaki
Opal köyüne yerleştiği, burada kurduğu Mahmudiye Medresesi’nde on yıl
müderrislik yaptıktan sonra 1090 yılında doksan yedi yaşındayken öldüğü ileri
sürülmektedir.
Eserini yazıp Halife’ye sunduktan
sonra Kâşgar’a dönen Kâşgarlı Mahmut’un Opal köyüne yerleşmesinin sebebi: Çocukluğunu
ve gençlik yıllarını geçirdiği, ilköğrenimini gördüğü köyde son yıllarını
yaşama ve burada toprağa verilme arzusuyla açıklanabilir.
Ömrünün son yıllarında kendisine
yurt edineceği bu köyün adını eserine aldığına göre Opal köyünün Kâşgarlı
Mahmut’un hayatında önemli bir yeri olmalıdır. Ancak ne yazık ki kaynaklarda
başkaca bir bilgi bulunmadığından Kâşgarlı Mahmut ile Opal köyü arasındaki
bağlantı yoruma açıktır.
Opal köyüne yerleşmesi ve
buradaki son yılları ile ilgili bilgileri doğrulayan bir başka söylenceye göre
Kâşgarlı Mahmut’un seksen dokuz yaşında Kâşgar’a geldikten sonra sekiz yıl
medresede hocalık yaptığı, doksan yedi yaşında öldüğü ve Opal köyündeki
medresesinin yakınındaki mezarlığa gömüldüğü anlatılmaktadır.
Hemen hemen aynı bilgileri tekrarlayan
başka söylencelerde Kâşgarlı Mahmut’un 1105, hatta 1126 yılında öldüğü
anlatılır.
Nitekim yakın zamanda Kâşgarlı
Mahmut’un mezarı olduğuna inanılan ve üstüne bir türbe yapılarak onarılan
mezarın üzerine MahmudKaşkarikabrisi ‘Kâşgarlı Mahmut Kabri’ yazılarak
doğum yılının 1008 ölüm yılının ise 1105 olduğu belirtilmiştir.
Opal köyündeki mezarın Kâşgarlı
Mahmut’a ait olduğu geç dönem kaynaklarında da dile getirilmektedir. Daha
önceden Kâşgarlı Mahmut’un türbesinde bulunan ve 1791 yılında yazıldığı kaydedilen Tezkire-i
Hazret-i Molla adındaki
yazma eserden edinilen bilgiye göre Kâşgarlı Mahmut, Bağdat’tan ülkesine
dönüşünden sonra sekiz yıl müderrislik yapmış, doksan yedi yaşındayken Hicri
477 (Miladi 1084/1085) yılında ölmüştür.
Yine Opal köyündeki türbeye
vakfedilmiş olan yazma bir Mesnevî nüshasının son sayfalarında bulunan ve
Kâşgarşeriye mahkemesi kadısı tarafından mühürlenen 14 Recep 1252 (21 Ekim
1836) tarihli vakıf senedinde, o bölgedeki halkın eskiden beri Hazret-i
Mollam Şemseddin adıyla
bir evliya olarak tanıdığı kişinin aslında Kâşgarlı Mahmut olduğu
belirtilmektedir.
Yıllar öncesine uzanan bir
inancın devamı olarak halkın kutsal bir ziyaret yeri kabul ettiği türbede yatan
kişinin Kâşgarlı Mahmut olduğu neredeyse kesinlik kazanmıştır[5].
E. KAŞGARLI MAHMUT’UN DÜŞÜNCE DÜNYASI NEYDİ?
Kaşgarlının ayrıca büyük bir
Türkçü olduğu da anlaşılmaktadır. Kitabındaki şu övünç bunu göstermektedir:
Tanrının devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve onların
ülkeleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürdüğünü gördüm.
Tanrı onlara Türk adını verip yeryüzüne hâkim kıldı.
Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare yularını
onların eline verdi, onları herkese üstün eyledi, onlarla birlikte çalışanı,
onlardan yana olanları aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine
ulaştırdı. Bu kimseleri kötülerin şerrinden korudu, derdini dinletebilmek,
Türklerin gönlünü alabilmek için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol
yoktur. Bir kimse kendi takımından ayrılıp onlara sığınacak olursa o takımın
korkusundan kurtulur, bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir[6].
Diğer bir yandan bu Türk bilgesi,
kim olduğunu, niçin ve nasıl çalıştığını, kitabında şu dizelerle açıklamıştır:
“ Kendim, Türklerin en fasıh konuşanlarından, en açık anlatanlarından, en doğru
anlayanlarından,soyça ve sopça en ileri bulunanlarından, en iyi kargı kullanan
savaşçılarından olarak Türklerin hemen bütün beldelerini, çöllerini boydan boya
dolaştım. Türk’ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Çiğil’in, Yağma’nın, Kırgız’ın
dillerini, kafiyelerini öğrenip faydalandım. O kadar ki her Türk taifesinin
dilini en iyi şekilde öğrenmiş oldum. Bu kitabımı – böyle uzun çalışmadan
sonra- en süslü bir düzenle en beliğ üsluba yazdım. Adımı dünyanın sonuna kadar
yadettirmek ve sonsuz nimet kazanmak için Allah’tan yardım dileyerek yazdığım
bu kitaba Divan-ıLügat-it-Türk adını koydum[7].” Bu dizelerden de
Kaşgarlının filologluğu, etnologluğu, Türkçülüğü ve iyi bir asker olduğu
anlaşılmaktadır.
F. DİVAN-İ LUGAT-Tİ
TÜRK’ÜN ÖNEMİ NEDİR?
Araplara Türkçeyi öğretmek ve
Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır.
Eser, ansiklopedik bir sözlük
niteliğinde olup hakikisinin nerede olduğu bilinmeyip bugün elimizde bulunanın
Şamlı Mehmet bin Ebu Bekir’in, 1266 yılında kopya ettiği bir örnek vardır.
Bu örnek, İstanbul Fatih’teki
Millet Kütüphanesi’ndedir. Ayrıca filolog, etnograf ve ilk harita bilimci olan
Kaşgarlı Mahmut, bu eserde; yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının
kullandığı ağızları tespit etmiştir. Oğuz Türklerinin yirmi dört boyu ile
ilgili şemaya da yer verdiği divanında Türk dilinin dil bilgisi eseri olmanın
yanında, Türk yer adları, damgaları, toplulukları da kapsamlıca anlatılmıştır.
Eserde yer alan harita ise, Türk
dünyası ile ilgili yayımlanan ilk haritadır. Eser sözlük olmakla birlikte, Türk
milletinin yüceliğini de anlatan bir abidedir. Eserde yaklaşık sekiz bin sözcük
vardır. Sözcüklerin iyi anlaşılması için atasözlerine, deyimlere, şiirlere de
yer verilmiştir. Eser, başlı başına bir hazine olması ile Hakaniye
( Uygur) Türkçesiyle yazılmış olmasının yanı sıra
içerisinde Arapça sözcük ve tamlamalara da yer verilmiştir.
Kaşgarlı Mahmut, ayrıca Araplara
Türkçeyi öğretmek amacıyla “Kitab-ı
Cevahirü’n-Nahvi Lugati-t Türk” adlı eseri de yazmış olup bu esere ait
elimizde bir veri bulunmamaktadır[8]
G. DİVAN-İ LUGAT-Tİ
TÜRK NASIL BULUNDU?
Bu eser 1910’a
kadar ismi var, cismi yok bir eserdi. Kâtip Çelebi’nin Keşfüzzünün adlı
bibliyografyasında adı geçen eser her nasılsa kaybolmuştur. Vanizade Nazif
Paşa’nın yakınlarından bir hanım, 1910’da İstanbul’daki Sahaflar Çarşısı’nda
dolaşırken bu dev eseri tozlu raflarda bulur, satın almak ister, elindeki
eserin değerini ancak o zaman anlayan sahaf, eserin değerini yirmi beş altına
yüksektir, hanım da bu kitabı alamaz. Ancak durumu da o zamanki Milli Eğitim
Bakanlığına duyurur, ne olduğu anlaşılmayan eseri Milli Eğitim Bakanı ( Maarif
Nezareti) almaya yanaşmaz, kitap kurdu Ali Emiri Efendi durumu öğrenince
kitapçıyı getirtir, eseri inceledikten sonra gerekli parayı buluncaya dek adamı
kütüphaneye kilitler.
Ali Emiri
Efendi, eserin basımına ancak Sadrazam Talat Paşa aracılığıyla razı gelir,
eldeki yazma Kaşgarlı Mahmut’un el yazısı olmamakla birlikte ondan yüz doksan
iki yıl sonra Şamlı Mehmet adında bir hattat tarafından yazılmış yeryüzündeki
tek örnek olup Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nde korunmaktadır[9]
KAYNAKÇA
DİLEKCAN, Fahri , v.d., Konu Anlatımlı Türk Edebiyatı, Ankara, 2009, 172-173.
YILDIZ, Sami , v.d., Konu Anlatımlı
Edebiyat, İstanbul, 2006, s. 161-162.
Yorumlar
Yorum Gönder